25 Aralık 2012 Salı

Resim Nerede mi Yaşıyor? Kovuğunun İçinde




Mağara resminin Mezolitik Çağ'a, ekspresyonizmin empresyonizme, kübizmin, ekspresyonizme, stüasyonizmin kübizme,... üstünlüğü yoktur, aralarında hem ilişki hem fark vardır, bu ilişki ve fark insanın varoluşundan bu yana biriktirilegen ve içinden geçtiği toplumun varoluş durumları içinde düşünüldüklerinde hem şimdiki zamandadırlar hem de burada. Bu yüzden Munch ya da Kokoschka'nın Van Gogh'a ya da Malevich'in Picasso'ya,... üstünlüğü yoktur. Birbirlerini aştıkları bu çerçeveden bakınca iddia edilemez. Hepsi de kendi dönemi için buradadırlar, içinden geçtiğimiz şu anda. Aşmak bilime has bir kavramdır, sanata değil. Bir sanatçının aşıldığını kimse iddia edemez.

Resim sanatı yeniden tanımlanmalı ve gerekiyorsa kol, dal ve bölümlere ayrılmalı, farklı adlandırmalar altında diye düşünüyorum. İlk resim tuvale yapılmadı elbette. fakat bu gün hızla tüketilen çağdaş sanattan ( video art, kavramsal sanat, performans art, stüasyonist art,...) - adları galeri ve sanat piyasasında kullanıldığı biçimiyle yazdım - geriye ne kalacak merak ediyorum. Sanatın hızına erişemediğimiz kullanılıp atılan bu bölümleri; hızı aşan yeni bir kavram ya da sanat türü gelişmezse, kendi kendini yok edecek. Kavramsal ve performans sanatında da çalışmalar yapan biri olarak sürekli zaman kavramıyla, zamanın ilerisiyle ve gerisiyle akan hesaplaşmalar yaşıyorum. Her hesaplaşmamda tuval resmine geri dönüyorum fakat bu dönüşlerde çağın gerekliliğine göre  yeniden kodlanmamış imgenin, ışığın, rengin, eksik arzusuyla mücadele etmek zorluğu doğuyor. Bu gün hala bir Rembrant ya da Rönesanas resmi önünde saatlerce durabiliyorsak ve bu resmin içine çeken arzuyu kavramsal ya da çağdaş sanatın hiçbir alanı karşılamıyorsa, insanoğlunun hala erişemediği bir şey var. Sadece resimle değil, gerçeklikle ışığın buluştuğu noktayı ya da anı yaşarız bu resimlerde. Figürler hemen yüzünü dönüverip konuşuverecekmiş gibidirler. Yüzyıllar öncesinde de yaşamış olsalar onların gözlerinden içlerine girer ruhsal yolculuklarını izleriz. Natürmort tablolarda kullanılan ışık oyunları ise şimdilerde televizyonlarda, sinemalarda deneyimlediğimiz üçüncü ve dördüncü boyutun yıllar öncesinden keşfidir esasında.
Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, yükseklik, genişlik, derinlik ve zaman boyutu bu gelişmeyle ne kadar yoğun verilirse verilsin, bize asla portresinden bakan Dostoyevski’nin gözleriyle bakmıyor ya da “Volga Kıyısında Burlaklar’ın duygusunu geçirmiyor.  Resim de diğer sanat dalları gibi estetik haz ile düşünsel ivme vermek işlevinde yoluna devam etmeli derim. Estetik karşıtı uygulamalar, çalışmalar ve sunumlar bir yandan alımlayıcının – izleyicinin algısında kırılmalar, farklı çıkıntılar oluştururken, diğer yandan sanata hak etmediği bir göçme, küçümseme, yüzeyselleştirme, ruhsal olanı yüzeye çekme, yüklemektedir. 

Genellikle Avrupa’da yaşayan sanatçılarımız expresyonizmi aşamamış bir toplum olduğumuzu söyleyebilir. Aşamamışlığımız belki de doğu ile batı arsında kalmış olmanın getirdiği, bir yanı kum, diğer yani cam ile dolu bir çuvalın ağırlığı altında ezilmemizle bağlantılıdır. İçinde yaşadığımız coğrafyada Doğu ile Batı arasında kalmak her zaman cebinde nereye çözüleceği belli olmayan bir düğüm taşımak gibidir. 
Tam da aradığım şeyler Asya'da derken birdenbire yanlış kahramanı oluveririz masalın. Ruhumuz terler ve hoyratça köze tutulur. 
Masal bu ya; şans eseri devrimin delik ayakkabısı ayağımıza olursa Batı açılan bir pencere olur. Arka bahçemize bakarız pencereden, ruhumuzu yolda aldırmışızdır, ve yetiştirdiğimiz domateslerin domates olma özelliği ortadan kalkmıştır.

Bizim coğrafyamızın entelektüel insanı en çok bu çıkmazdadır ve acı çeker.

Diğer yandan alışılmış söylem var bir türlü düzeltemediğimiz. Fotoğrafa resim diyor hala pek çok ressam arkadaşımız dahi. Adlandırma ya da anlamlandırmanın çok da önemli olmadığını düşünmekle birlikte kavramları doğru kullanmamız hiç olmazsa içini de doğru doldurmamız açısından doğru olur düşüncesindeyim. 

24 Aralık 2012 Pazartesi

ferhad gülsün sordu : gözden sakınılan imge ile mi karşı karşıyayız?


şerh - i  etika


ferhad gülsün : Sizi sokak çalışmalarınızdan, festivallerdeki performans ve sergilerinizden, çeşitli edebiyat ve sanat dergilerinde sanatçılarla yaptığınız söyleşilerden tanıyorum. “7-8 Temmuz Sanatın Eylemi” adlı etkinlikte çıplak bedeninizi kırmızıya boyayarak  bir performans gerçekleştirdiniz? Bu eylemden ve etkinlikten bahseder misiniz?
zeliha demirel :  Kürtaj’ın yasaklanmasıyla ilgili tartışmalar başladığı dönemde bir ressam arkadaşımızdan( Saadet Sorgunlu) doğdu sanatçılar olarak bir eylem yapma fikri. Elimden başka bir şey gelmiyor. TAM ZAMANIDIR!”  başlığı altında ressam Saadet Sorgunlu’nun tüm sanatçıları kürtaj hakkı için bir araya gelmeye çağırmasıyla başladı her şey. Kadıköy’den, Beyoğlu’ndan, Galata’dan, Maltepe’den, Nişantaşı’ndan, Ankara’dan, Diyarbakır’dan mümkünse her şehirden sanatçılarla bağlantıya geçilip atölyelerini 2 günlüğüne sergi mekânı olarak açmalarına yönelik bir çağrıydı bu. Kısa sürede ülke çapında organize olduk ve benim içinde bulunduğum “Noreplika Sanat Kolektifi” olarak, kolektifteki diğer arkadaşlarımla bu eyleme elimizden geldiğince katkı vermeye çalıştık. “BEKS Kozavisual” mekanını bu eylem için bize tahsis etti. Ülke dışına da taşan bu eylemin Beyoğlu ayağını biz gerçekleştirmiş olduk. Bizim gerçekleştirdiğimiz eylem, enstelasyon, sergi ve performanstan oluştu. Kendi bedenimi kırmızı akrilik ile boyayarak, bir yandan sergilenen resim olarak nesne olarak oradaydım, diğer yandan resmi yapan özne ben olarak oradaydım. 

ferhad gülsün : Bu eylemde çıplaklıktan kaynaklı aldığınız etki ve tepkiler neler oldu? Çıplaklığa nasıl bakıyorsunuz? Gözden sakınılan imge ile mi karşı karşıyayız?
zeliha demirel : Terimlere takılmıyorum, daha üstten bakacak olursak giysimiz tenimiz aslında. Tepkiler aldım elbette, dünyaya sadece gözün doyumu üzerinden bakabilen algılardan tepkiler aldım. Bir çalışma yaptığımızda özellikle bu daha önce yapılmamış deneysel bir çalışma olduğunda, tepki de daha şiddetli oluyor, hele ki bizim gibi bedeni sadece cinsel obje gören, ayıp, günah kılan, insanların yaşadığı coğrafyada. Tabu kıran bir şeye soyunmak, tepkiyi göğüslemeyi göze almak gerekiyor. Ben de şunu soruyorum doğduğumuzda giyinik miydik? Çalışmayı teşhir olarak niteleyenler oldu. Bu bir teşhir değil, bir tasvirdi. Çalışmanın öncesinde beş kilo aldım, daha göbekli, hamile görünmem gerekiyordu. Teşhir yapmak isteği olsa bunu daha erken yaşlarda daha taze beden ile yapardık. BU gün kırklı yaşları yaşarken artık teşhir yapıp yapmayacak olgunluğa eriştiğimiz düşünüyorum. Sanatsal eylem için bu ikinci çıplak çalışma oldu. Olumlu tepkiler de aldım. Tabi ki bu benim için yasaya, yasağa, kadın özgürlüğünü kısıtlayan her şey dur demenin yoluydu. Bir tek kişinin anlayıp algılayıp olumlu bakması bile yeterliydi benim için, hatta hiç kimse olumlu tepki vermese de bu benim anlatım biçimimdi ve bende bundan sonraki çalışmalarım için çıplaklığı kullanmak ya da kullanmamak babında anlatım dilimde bir göçme yaratmazdı.
ferhad gülsün : Bedeninizi tuval yani ( resim yapılacak alan) olarak kullandınız. Bu aynı zamanda hem nesneye hem özneye bir eleştiri miydi?
zeliha demirel : Evet bu bir eleştiriydi. Bir yandan özne olarak resmi yapan be(de)n diğer yandan nesne olarak, kullanılan yüzey alan olarak be(de)n… Neden tuval ya da başka yüzey değil de beden diyen çok oldu. Ressamın çalışacağı yüzey alanı seçme özgürlüğü vardır.


ferhad gülsün : Boyanın bedeninize zararları oldu mu? Neden daha zararsız bir malzeme seçmediniz?


zeliha demirel : Elbette oldu, bu zararlarını bilerek bu çalışmayı yapmak istedim. Beni ürperten topluluk önümde soyunduğum o an değildi de boyayı tas ile kafamdan aşağı ilk döktüğüm andı, nefesim kesilecek gibi oldu. Bu bir anlamda kimyasal zararlarını bildiğiniz bir maddeyle doğrudan temas etmenin verdiği ürpertiydi. Daha önce ellerimi ve ayaklarımı fırça olarak kullanarak resimler yapmıştım ve boya ile doğrudan temasın etkilerini biliyordum.
Neden başka bir malzeme seçmediğime gelince, daha az zararlı toz boyalarda aynı kırmızıyı elde edemedim ve boyanın verdiği acıyı – gözlerime boya kaçtı, bir miktar boyayı yuttum – hissedersem izleyiciye de daha yoğun hissettirebilirim duygusu ağır bastı.


ferhad gülsün : Çalışmalarınızdan bahseder misiniz, izlediğim kadarıyla çalışmalarınız yerel mekanlarda fakat yerellikten uzak. Bu hayata ve insana bakışınızı biçimleyen farklı bir bakış. Tümünü kavrayıcı geliyor bana. Sanatın her alanında derinlikli yaklaşımlar olduğu kadar yüzeysel yaklaşımlar da var. Zeliha Demirel için resim nerede ressam nerede? Yükselttiğiniz eleştirel geçerlilikler nelerdir?
zeliha demirel : Çalışmalarım yoğunlukla abstrack ekspresyonist çalışmalar. Bir o kadar da sokakta sanat yapıyorum. Sokaklar benim atölyem gibi. Ve özgür yaratım ağı oluşturuyorlar. Sokakta bir üretim yaparken yaşadığım heyecan ve özgürlüğü kapalı atölye çalışmalarında aynı yoğunlukta yaşamıyorum.
Yaşamın içinden geçtiğimiz ve önünde saygı ile eğildiğimiz atalarımızın yaşadıkları gerçekliği ıskalamadan yol almaya çalışıyorum. Ve karşılaştığım, yolumun kesiştiği işaretleri izleyerek.  Burada söz ettiğim gerçeklik klasik söylemle toplumcu gerçekçi kodlarla çözülebilecek gerçeklik değildir ve estetiği estetize eden tavır asla söylem biçimim olamaz.
Ressam nerede sorusunu toplumsal akılla açıklama çabalarımız pek de olumlu sonuç vermez, ressam, resim yaparken kendisidir, kendisini oluşturan şeylerle birlikte kendisidir. Ancak toplumsal alanlara karşı olan duyarlılıklarını resim yaparak vurgular. Resim nerede sorusuna gelince buna sanat tarihçileri cevap verecekler.

Hız çağında yaşadığımız için her kavram çabuk tüketiliyor, öncelikli rahatsızlığım bundan ve fast-food yaşam biçimi, içi boşalan her şey…Sanatın hangi alanında olursa olsun, sanatçının çağının sanatçısı olmak dışında, bilincini daraltan tüm noktalarda muhalif duruş gerekliliği olmalıdır. Sanatın her alanında olduğu gibi resmin de bir üst bilinç ve derinlilik gerektirdiği göz ardı edilmemelidir. Resim boya kusması değildir.

ferhad gülsün : Postmodernizme ve Kavramsal Sanata nasıl bakıyorsunuz?
zeliha demirel : Sömürgeciliğin ve emperyal yaklaşımın kültürel yayılması diyebilirim. İkisi de hızlı üretilip tüketilme anlamında birbirini besliyor. İçinden geçtiğimiz çağ hiçbir şeyi sindirmemize izin vermiyor. Sanki her şey derme çatma ve temelsiz bir yapı üzerinde geometrik artışla ilerliyor. Ne kadar uzak durmaya çalışsam da bir ucundan bizi yakalıyor bu çaresizlik. Sindirerek yapmak istediğiniz her şey geride kalmış görünüyor, kitsch olmakla nitelendirilebiliyorsunuz. İnsan ikilemde kalıyor, daha çok sanatçı insan ikilemde kalıyor. Belki de çağ bize ikilemler çağı olarak kendini dayatıyor, üzerinde durmamız gereken bu. Bilinçaltı bu ikilemden kurtulamayınca insan da özgür olamıyor.

ferhad gülsün : Yeniyi aramak, yeniye ulaşmak, deneysel çalışmalar yapmak bir bakıma kitsch olanı, ikonaklast olanı kırmak. Ruhsal yeraltınızı açar mısınız?
zeliha demirel : Çalışmalarımda objeleri, nesneleri, figürleri yapıbozuma uğratıyorum evet. Şu ana kadar doğanın, insanın ve nesnel araçların resmedilme hali milyonlarca çerçeve içine alınmıştır. Buna salt karşıtlıktan kaynaklı değil, yeniyi üretmek adına mekan, çizgi, renk,biçim,… sınırlamasına gidilmeden kendi uzamımızdaki varlıkları hayal gücümüzle sezgi zorlamasına götürmek sanatçının işi olmalı diye düşünüyorum. Artık dünya üç boyutlu dönmüyor. Yukarıdaki soruda da bu sorunun yanıtını verdim aslında. Sindirerek yaşamaktan yanayım. Sindirmeden atladığımız her basamak sistemin değirmeninde acımasızca öğütüyor bir parçamızı.